Kurgu
“Mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” gibi olağan dışı bir cümle ile başlayan Tolstoy’un Anna Karerina’sını, önce “kurgu ve gerçeklik” ilişkisi içerisinde ele alıp, sonra da romanla ilgili birkaç görüşümü yazmak istiyorum.
Anna Karerina’yı okumadan önce, “belgesel fotoğraf” anlayışımda katı bir tutuma sahiptim. Bir foto-belgeselde kullanılacağım objektifleri bile “gözün gördüğüne kayıt yapmaya yakın” paralel anlayışına indirgemiş ve hangi araçların belgesel fotoğrafçılıkta kullanılabileceğine kadar işi parçalamıştım ki, Tolstoy imdadıma yetişti… Geriye dönüp bakınca, bu katı tutumumun sebebini; deneysiz ve sorgusuz olarak duyduğum, okuduğum kabullenmelerim olduğunu görüyorum. Dolayısı ile bir konuda doğru kanaate ulaşmak için, mevcut bilgiyi edinip, nihai kabullenmenin ancak kişinin kendi tecrübelerinden sonra olması gerektiğini söyleyebilirim. Tolstoy’un Anna Karerina’sına dönersek, 1877 yılında tamamladığı bu romanında Tolstoy, okuyucusuna sunduğu kurgusal örgü içerisinde, Rusya’nın 19yy. son çeyreğine ilişkin, dönemin yaşam tarzı, gelenekleri ve ekonomik hayatı ile ilgili diğer bir çok kaynakta bulunamayacak önemli ipuçlarını da aktarıyor. Bu durum “kurgu” aracılığı ile belgesel bir çalışma sunulabileceği konusunu düşünmeme sebep ve “belgesel fotoğraf” anlayışımı yeniden sorgulamama sebep oldu. Bir romanda “kurgunun, gerçeğin ta kendisi” olabileceğine ilişkim görüşüm yoruma açıktır?
Romanla ilgili önem atfettiğim diğer notlarım:
1-Tolstoyun roman yazma dehasına ilişkin olarak beni çok etkileyen ve aktarmak istediğim bir diğer husus da, romanın sonuna geldiğimize emin olduğumuz bir anda, Tolstoy’un romana devam ederek; “hayatın süreğenliğine” bir gönderme yapıyor olmasıdır, yani “her ne bok yaşıyorsan ol, hayat devam ediyor ve senin bu yaşadığın kimsenin s.. umurunda değil ahbap” demek ister bir sonuç bu…
2-Romanda geçen şu cümle, eserin ifade zenginliğine örnek verilebilir;
“He stepped down, trying not to look long at her, as if she were the sun, yet he saw her, like the sun, even withot looking”…
Bu cümle, romanın dilimize cevrilen edisyonunda, birinci bölümünün, 9. kısmında yer alır ve 40. sayfanın son cümlesi olarak karşımıza çıkar ama bence İngilizce versiyonunun tam karşılığı değildir; “Aşağı indi. İnerken Kiti’ye -genç kız bir güneşmiş gibi- uzun süre bakmamaya çalışıyordu. Ama -güneş gibi- bakmadan da görüyordu onu.”
Böylesi daha uygun görünüyor bana;
“Aşağı indi, kıza bakmamaya çalışsa da tıpkı güneşe bakmamıza gerek olmadığı gibi kızın orada olduğunu görebiliyordu”
(kıza bakmak istemiyordu çünkü kız kendisine bakıldığını anladıkça, zamanın bir an bitebileceğini aklına getirmeyerek kendisine ulaşılmasını daha da zorlaştırıyordu, oysa zamanın biteviye olduğunu bilen adam, kıza olan bakışını belli etmezse, kızın bu küstahlığından vazgeçmesini sağlayabilir ve kızın farkında olmadığı, zamanın sonluluğu çıkmazından kızı kurtarabilir ve kendisini ifade etme yolunu bulabilirdi-..)
3-Dilimize “bilinç akışı” olarak çevrilen ve romanda kullanılan “stream of consciousness” tekniğinden etkilendiğimi ve konuya ilişkin daha fazla bilgi edinmek isteyenler içinde önereceğim isim; “Nabokov”