Susan Sontag’ın Annie Leibovitz Okumasının, Fotoğraf Anlayışıma Etkileri
Bir şeyi güzel halde tecrübe etmek,
onu mecburen yanlış yaşamak demektir.
Nietzsche
Annie Leibovitz’in, Susan Sontag’ın daveti ile yaşadığı belgeselcilik tecrübesinin de yer aldığı, ‘Objektiften Yansıyan Bir Yaşam (Life Through A Lens), 2007’ isimli belgesel film, fotoğrafın mayasını anlamak bakımından oldukça iyi.
Gelelim filmdeki Leibovitz ile Sontag ilişkisine: Arkadaş olan ikilinin zaman zaman bir araya gelip fikir alışverişinde bulundukları sohbetlerin odak noktalarından biri de elbette ki fotoğraf. Leibovitz 90’lı yıllardan itibaren moda fotoğrafçılığı ağırlıklı olmak üzere stüdyo işi çalışmalar yaparken; ‘Yanardağ Sevgilim (1992)’ isimli romanını henüz bitirmiş olan Sontag, insan hakları ve savaşların sebep olduğu dram hakkında çeşitli platformlarda yazmaktadır*.
İşte o sohbetlerden birinde, Saraybosna ve Kosova’daki Sırp zulmüne karşı kamuoyu oluşturmak için neler yapılabileceği hakkında aklındakileri aktaran Sontag, Leibovitz’i ikna eder ve birlikte Saraybosna’ya gitmeye karar verirler. -Belki de ünlü bir moda fotoğrafçısının belgeleyeceği fotoğraflar üzerinden kamuoyunu Yugoslavya’da yaşanan vahşete dikkatleri çekmek ve dramın sona ermesini sağlamak düşüncesiyle ikili Saraybosna’ya ayak basar basmaz, Sontag Leibovitz’i sokaklarda sürmekte olan mezalimin ortasına bırakıverir.
Makyöz, kostüm tasarımcısı, sahne tasarımcısı ve asistanlardan oluşan hijyen stüdyo şartları yerine, kendini yıkım içerisindeki vahşet dolu gerçeğin içinde bulan Leibovitz hayatın karanlığıyla yüz yüze gelip, kamerasını bu kez kurguladığı sahnelere değil gerçeklere çevirir. Saraybosna’da fotoğraf çektiği birkaç günden sonra, planlanmış programı gereği Streisand’ı fotoğraflamak üzere Amerika’ya dönüp hemen çalışmaya başlasa da, stüdyo da konsantrasyonunu sağlaması hayli zor olur Leibovitz’in. Zihninde Saraybosna görüntülerinin baskısı da olsa, profesyonelliği gereği Streisand’ın çekimlerini tamamlayan Leibovitz, yaşadığı bu ikircikli deneyimi şöyle ifade ediyor: “Sarajevo’daki katliamı çekmek için işe koyulduğumda, olayın vahametini göstermek için bizi önce morga götürdüler. Sonra sokağa çıkıp fotoğraf çekmeye başladım ve olan biten o mezalime şahitlik ettikten sonra stüdyoma dönüp modellerin makyaj yapıp, süslenmelerini izlemek ve onları güzel çekmeye çalışmak beni çok zorladı…”
Leibovitz’in ‘güzelleştirmek ile yalın halde tecrübe etmek’ arasında zorlandığını aktarması, güzele yönelmiş bakışımı sorgularken, belgeseli izlediğim günlerde Ara Güler’in “yeni dönemde iyi fotoğrafçılar görüyorum, beğendiklerim de var ancak ertesi gün bir bakıyorsun, kız kardeşini çekmiş bu adam…” ve sonraki günlerde yine Ara Güler’in Şahin Kaygun’un fotoğraf anlayışıyla ilgili olarak “Sen fotoğraf tekniğini kullanarak sanat yapıyorsun, senin son sergin (Polaroid Sergileri) fotoğraf değil bence, sanat, yani çok daha önemli.” ifadeleriyse, ‘fotoğrafın hangi biçimlerde kullanılabileceği?’ konusundaki düşünce kapımın aralanmasına sebep olduğu için mutluyum.
[1]. “Life Through A Lens” Annie Leibovitz’in Belgesel Filmi, Yapım: Barbara Leibovitz, Amerika, 2006
[2]. Tavlaş, N. “Foto Muhabiri Ara Güler”, Fotoğrafevi Yayınları, İstanbul, 2009
*daha sonraki yıllarda bu yazılarından oluşturduğu, 2003 tarihli “Başkalarının Acısına Bakmak” isimli kitabı 2008 yılında ülkemizde de yayımlandı.